Bakara Suresi – Süleyman ve Sihir

Mülheim an der Ruhr

25.05.2017

 

 

وَلَقَدْ اَنْزَلْـنَٓا اِلَيْكَ اٰيَاتٍ بَيِّنَاتٍۚ وَمَا يَكْفُرُ بِهَٓا اِلَّا الْفَاسِقُونَ ﴿٩٩﴾ اَوَكُلَّمَا عَاهَدُوا عَهْداً نَبَذَهُ فَر۪يقٌ مِنْهُمْۜ بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ ﴿١٠٠﴾ وَلَمَّا جَٓاءَهُمْ رَسُولٌ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ مُصَدِّقٌ لِمَا مَعَهُمْ نَبَذَ فَر۪يقٌ مِنَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَۗ كِتَابَ اللّٰهِ وَرَٓاءَ ظُهُورِهِمْ كَاَنَّهُمْ لَا يَعْلَمُونَ ﴿١٠١﴾ وَاتَّـبَعُوا مَا تَتْلُوا الشَّيَاط۪ينُ عَلٰى مُلْكِ سُلَيْمٰنَۚ وَمَا كَفَرَ سُلَيْمٰنُ وَلٰكِنَّ الشَّيَاط۪ينَ كَفَرُوا يُعَلِّمُونَ النَّاسَ السِّحْرَۗ وَمَٓا اُنْزِلَ عَلَى الْمَلَكَيْنِ بِبَابِلَ هَارُوتَ وَمَارُوتَۜ وَمَا يُعَلِّمَانِ مِنْ اَحَدٍ حَتّٰى يَقُولَٓا اِنَّمَا نَحْنُ فِتْنَةٌ فَلَا تَكْفُرْۜ فَيَتَعَلَّمُونَ مِنْهُمَا مَا يُفَرِّقُونَ بِه۪ بَيْنَ الْمَرْءِ وَزَوْجِه۪ۜ وَمَا هُمْ بِضَٓارّ۪ينَ بِه۪ مِنْ اَحَدٍ اِلَّا بِاِذْنِ اللّٰهِۜ وَيَتَعَلَّمُونَ مَا يَضُرُّهُمْ وَلَا يَنْفَعُهُمْۜ وَلَقَدْ عَلِمُوا لَمَنِ اشْتَرٰيهُ مَا لَهُ فِي الْاٰخِرَةِ مِنْ خَلَاقٍ۠ وَلَبِئْسَ مَا شَرَوْا بِه۪ٓ اَنْفُسَهُمْۜ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ ﴿١٠٢﴾ وَلَوْ اَنَّهُمْ اٰمَنُوا وَاتَّقَوْا لَمَثُوبَةٌ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ خَيْرٌۜ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ۟ ﴿١٠٣

 

 

2/99. Ant olsun, Biz, sana apaçık ayetler indirdik. Ancak, onları, fasık olanlar inkâr ederler.

 

2/100. Onlar, ne zaman bir söz verdilerse, içlerinden bir zümre onu bozmadı mı? Zaten onların çoğu iman etmiyorlar.

 

2/101. Ne zaman onlara, Allah’tan, yanlarındakini tasdik edici bir elçi gelse, Kitap Ehli’nden bir grup, sanki hiç haberleri yokmuş gibi, elçinin getirdiğine sırt çevirirler.

 

2/102. Ve onlar 1., Süleyman'ın mülkü 2. hakkında şeytanların 3. anlattıklarına 4. uydular 5.. Süleyman küfre düşmedi 6.; ancak şeytanlar küfre düştüler 7.. Onlar, insanlara sihri 8. ve Babil'deki 9. iki meleğe Harut'a ve Marut'a 10. indirileni 11. öğretiyorlardı12.. Oysa o ikisi: 'Biz, bir fitneyiz 13., sakın kafir olma! demedikçe hiç kimseye (bir şey) öğretmezlerdi 14.. Fakat onlardan erkekle karısının arasını açan şeyi öğreniyorlardı 15.. Oysa onunla Allah'ın izni olmadıkça hiç kimseye zarar veremezlerdi. Buna rağmen kendilerine zarar verecek ve yarar sağlamayacak şeyi öğreniyorlardı. Andolsun, bunu satın alanın, ahiretten hiç bir payı olmadığını bildiler; kendi nefislerini karşılığında sattıkları şey ne kötü; bir bilselerdi.16.

 

2/103. Eğer onlar iman edip sakınsalardı, Allah katında kazanacakları sevap daha hayırlı olurdu. Keşke bunu bilselerdi.

 

  1. Özelde Hz. Muhammed döneminde yaşayan Medine Yahudileri, genelde sihirle uğraşan tüm Yahudiler. (Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, cilt: 3, sayfa: 256; Mustafa İslamoğlu, Hayat Kitabı Kur'an, Gerekçeli Meal-Tefsir, sayfa: 34)

  2. Mülk Allah’a ve insanlara nisbet edilen bir kavramdır. Sözlükte “güç yetirmek, hâkimiyet kurmak, sahip olmak, tasarrufta bulunmak” mânasına gelir. Mülk kavramı bir elçi hakkında kullanıldığında peygamberlik ve egemenlik sahibi olma anlamındadır.(Nisâ 4/54; Yûsuf 12/101; Bakara 2/102, 251; Sâd 38/20, 35). Elçilerin düşmanları hakkında ise mal ve servet sahibi olma anlamında kullanılır (Nisa 4/53; Bakara 2/258; Rahmân 43/51). (M. Sait Özervarlı, „Mülk“ mad., TDV İslâm Ansiklopedisi, cilt: 31, sayfa: 540 )

  3. Bildiğimiz cin şeytanları zaten kâfirdir. Kâfirin kâfir olması söz konusu olamayacağına göre bu şeytanlar Bakara 2/14, 76 ayetlerinde de zikredilen iki ayaklı ins şeytanlarıdır. (Saadettin Merdin, Bakara, 2/102. Ayetinin Üç Farklı Meali)

    M. Reşîd Rızâ, En‘âm sûresinin 112. âyetine dayanarak buradaki şeytanları “birtakım kıssalar ve masallar anlatan insanlar veya vesvese veren cinler veya her iki cinsten varlıklar”, Süleyman Ateş de “şeytan ruhlu kişiler” şeklinde yorumlamıştır. (Kur'an Yolu Türkçe Meâl ve Tefsir, Türkiye Diyanet Vakfı, cilt: 1, sayfa: 92-100).

  1. Yahudiler, esaretleri, cahillikleri, fakirlikleri ve yurtsuz dolaşmaları gibi nedenlerle ahlâken ve maddî yönden çok bozulup tüm iyi niteliklerini kaybettiklerinde, sihir, büyü, tılsım ve buna benzer diğer sanatlarla ilgilenmeye başladılar. Hiçbir çaba sarfetmeksizin bu tür tılsım ve büyülerle kendi geleceklerini kazanabilecekleri konusunda kendilerini aldatmaya başladılar. Daha sonra kötülükler onları her taraflarından sardı ve büyücülük ilmini hz. Süleyman'a bağladılar. Sonuç olarak, ilahi kitaplara olan tüm ilgilerini kaybettiler ve kendilerini Allah'ın Hidayet'ine çağıranlara kulak asmadılar. (Ebu'l A'lâ el-Mevdudî, Tefhimu'l Kur'an'dan Bakara Suresi 102. Ayet Tefsiri)

    Bu şeytanların halk arasında yaymaya çalıştıkları söylentilerin özü şuydu: Hz. Süleyman bir büyücü idi. O iradesine boyun eğdirdiği hayvanları ve doğal güçleri, bildiği ve kullandığı büyü yolu ile emri altına almıştı.(Prof. Dr. Seyyid Kutub, Fi Zılal-il Kur'an'dan Bakara Suresi 102. Ayet Tefsiri)

  2. Şeytanlaşan birtakım insanların uydurdukları bu sihirler sonradan Kabala (gelenek) adı verilen külliyatın çekirdeğini oluşturdu. Tevrat'a sırt çeviren yahudi'ler Kabala'ya yapıştılar. Hayatı gizem, gizemi büyü haline getirdiler. (Mustafa İslamoğlu, Hayat Kitabı Kur'an, Gerekçeli Meal-Tefsir, sayfa: 34)

    Insten olan şeytanların okuduklarına yine insanlar uymaktadır. Dikkat edilirse, Yüce Allah "şeytanların okuduğu" buyurmaktadır ki bu, şeytanların hiçbir zorlamasının olmadığı, insanların onların okuduklarına kendi arzulan ile tabi olduklarını ifade eder. (Bayraktar Bayraklı, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, cilt: 2, sayfa: 87-94)

    Iblis / Şeytanla ilgili bazı ayetler:

    Hani! Biz, meleklere, “Âdem’e secde edin.” demiştik. İblis hariç hepsi secde etmişti. O cinlerdendi. Böylece Rabb’inin sözünden dışarı çıktı. Onlar size düşman iken, Beni bırakıp, onu ve soyunu evliya mı ediniyorsunuz? Zalimler için ne kötü bir tercihtir bu! (Kehf 18/50

    (Iblis) dedi ki: „Şu bana üstün kıldığına bir baksana! Andolsun, eğer bana kıyamet gününe kadar süre tanırsan çok azı dışında onun soyunu kendime bağlayacağım.“ (Isra 17/62).

    Hakikaten İblis onlar hakkındaki zan ve temennisini gerçekleştirdi, muradına erdi. Müminlerden bir kısmı hariç, onun peşine düştüler. (Sebe 34/20).

    İş olup bitince, şeytan: „Allah, size gerçeği vaadetmişti. Ben de size vaadettim, sonra caydım; sizi zorlayacak bir gücüm yoktu; sadece çağırdım, siz de geldiniz. Öyleyse, beni değil kendinizi kınayın. Artık ben sizi kurtaramam, siz de beni kurtaramazsınız. Beni ortak koşmanızı daha önce kabul etmemiştim; doğrusu zalimlere can yakan bir azap vardır, der.“ (Ibrahim 14/22)

    Gerçek şu ki: İman edip de yalnız Rabblerine güvenip dayananlar üzerinde şeytanın bir hakimiyeti yoktur. (Nahl 16/99).

    ...Unutmayın ki Şeytan'ın hilesi kesinlikle zayıftır. (Nisa 4/76)

    Takvâ sahipleri var ya, onlara şeytan tarafından bir vesvese dokunduğunda, düşünüp hemen görürler. (Araf 7/201)

  3. Kitab-ı Mukaddes'e göre "Süleyman kadınlardan çok hoşlanırdı; kadınları, onu başka ilâhlara tapması için kandırdılar. O da Allah katında kötü olanı yaptı; onların ilâhları için tapılacak yer yaptırdı." (I Krallar: 4-11). Kur'an bunu reddeder. (Ebu'l A'lâ el-Mevdudî, Tefhimu'l Kur'an'dan Bakara Suresi 102. Ayet Tefsiri)

    Kur'ân-ı Kerîm, Süleymân'ı bir peygamber olarak tanıtınca yahûdîler: "Muhammed, Dâvûd oğlunu peygamber sanıyor. Oysa o, bir büyücü idi" dediler. İşte bu âyette Süleymân'ın, hükümdarlığını büyü/sihir ile kazanmış bir büyücü olmadığını, büyü

    yaparak Allah'a karşı nankörlük etmediğini, büyü yapan şeytânların kâfir olduğunu vurgulamıştır. ( Süleyman Ateş Meali, Kur'an-ı Kerim ve Yüce Meali, sayfa: 15)

  4. Büyücü, insan üstü güçlere sahip olduğu izlenimini vererek kendini tanrılaştırdığı için Peygamberimiz şöyle demiştir: “Kim büyü yaparsa şirke düşer”(Nesâî, Tahrîm: 19)

    İsrailoğulları'nın haktan yüz çevirenleri tarihin her döneminde fitnenin, bozgunculuğun, azgınlığın kaynağı olmuşlar; her defasında da Allah'tan gerekli uyarıyı almışlardır. (Ahmed Kalkan, Büyü, Yani Sihir; Nedir, Ne Değildir?). Ümmeti Muhammed'de Ibret almalı ve onlara benzeyip aynı hataları yapmamalı. „Ey iman edenler, Musa'ya eziyet edenler gibi olmayın...“ (Ahzap 33/69)

  5. Türkçe olan büyü kelimesinin Arapçası sihir'dir. Sihiri yapana da sahir yani sihirbaz denilmektedir. Sihirbaz aldatan, hile yapan ve göz boyayan kimse anlamına gelmektedir. Sözlükte “bir şeyi olduğundan başka türlü göstermek, aldatmak, oyalamak; birinin ilgisini çekmek, gönlünü çelmek” mânalarında masdar olan sihr kelimesi “hile, aldatma; sebebi gizli kalan iş” anlamlarında isim olarak da kullanılmaktadır. Sihir terimini “el çabukluğu, göz boyama ve yaldızlı sözler söyleme yoluyla gerçekleştirilen hile ve aldatma işi, şeytanla yakınlık kurup ondan yardım alma ve nesnelerin şeklini değiştirme iddiası” diye tanımlamak mümkündür. (İlyas Çelebi, „Sihir“ mad., TDV İslâm Ansiklopedisi, cilt: 37, sayfa: 170-172). Sihir eski tabiriyle gizli ilimler diye hitap ediliyor. Bugünkü bilimsel anlamda sebep sonuç ilişkileri kurulamayan bir işlem. (İlyas Çelebi, Büyü diye birşey yoktur). Daha çok el çabukluğuna dayanan, sahne showlarına, halkı eğlendirme amacıyla gösterilen teknik ve illüzyonlara, gözleri yanıltmaya sihirbazlık denilirken; cinlerle iş yaptığı zannedilen, muska ve üfürükten yararlanan, insanların zihnini etkilemeye ve çeşitli rûhî hastalıklara veya bu hastalıkları tedâviye sebep olduğu kabul edilen kimselerin tıp, bilim ve din dışı araçlar kullanarak yaptıklarına da büyü denilmektedir. (Ahmed Kalkan, Büyü, Yani Sihir; Nedir, Ne Değildir?)

    Sihir şu üç temele dayandırılır: A) Asılsız kuruntular ve korkular ile nefisleri baskı altına almak. Büyücü, bunlar aracılığı ile ruhen zayıf olan kimseler üzerinde etki sağlar. Çünkü zayıf ruhlu kişi ön hazırlıklar sonrası bu etkiyi kabullenecek duruma gelmiştir. B) Canlıların bedenleri üzerinde etkili olabilen hayvan ve madenleri kullanmak (civa v.s. ilaçlar gibi). C) Gizli ve hızlı hareketlerle gözbağcılık yapmak. Burada insanlar cansız maddelerin hareket ettiklerini sanırlar. (Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, cilt: 1, sayfa: 134-136)

    Kur'an-ı Kerim'de Hz. Musa'nın, sihri, batıl ve geçersiz bir olgu olarak tanımladığı ancak iflah olmaz bozguncuların sihirle uğraştıklarını belirttiği ve Allah'ın onların amellerini yapıcı kılmayacağını dile getirdiği anlatılır. Bkz. Yunus 10/76-82; A'raf 7/118-119; Taha 20/61-69 ayetler...(İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, cilt: 5, sayfa: 105-106).

    Musa Sihirbaz Kıssası (der ki): Firavunlar, Mısır’da sihirbazlık tekniğini kullanarak sır, gizem ve büyüye dayalı akıl dışı (gayr-ı reşid) bir yönetim kurmuşlardı. Sihirbazlar, dönemin yüksek teknokratları ve kimyagerleri olarak Firavun’a bu yolla hizmet ediyor

    ve halkı yaptıkları büyülerle korkutuyorlardı. “Firavun’a itaat etmezseniz, sizi de bu şekilde böcek yaparız” diye asayı yılana çevirme gösterileri yapıyorlardı. Kurutulmuş bağırsağın içine civa dolduruyorlar, yılan şeklinde boyuyorlar, sıcak yere atınca birden hareket ediyor ve yılan gibi görünüyordu. Halk da cehaletinden bunların tanrı tarafından onlara verilmiş çok özel bilgeler olduğunu sanıyordu. Bu korkuyla sihirbazları kutsuyor, Firavun’a da tanrı diyerek tapınıyorlardı… Musa işte bu düzeni deşifre etti. Bunun özel tanrı bilgisi olmadığını, sıradan bir sihirbazlık numarası olduğunu, fakat halkın bunu bilmediğini, bunu öğrenmesi için herkesin toplandığı bir yerde bunun böyle olduğunu göstereceğini söyleyerek meydan okudu. Sihirbazlar hayretler içinde kaldılar ve bütün karizmaları yerle bir oldu. Halkın gözünden düştüler, sahtekarlıkları ortaya çıktı, umutları boşa gitti. O gün rezil oldular ve Musa’nın o atışı bütün umutlarını, beklentilerini, hayallerini yedi yuttu. (R. İhsan Eliaçık, Kur’an kıssaları: Mucize mi Masal mı?)

  6. Babil eski Mezopotamya’nın en büyük ve en ünlü şehri. Akkadca “tanrının kapısı” anlamına gelir. Babil kenti M.Ö. 1894 yılında kurulmuş, Sümer ve Akad topraklarını kapsayan bir imparatorluktur. Babil'in merkezi bugünkü Irak'ın El Hilla kasabası üzerinde yer almaktadır. Tarihi boyunca Mezopotamya’nın en önemli astronomi ve astroloji-kehanet merkezlerinden biri olan Bâbil’in, özellikle Keldânîler ve Ahamenîler döneminde büyücülüğün de merkezi haline geldiği bilinmektedir. (Sargon Erdem, „ Bâbil“ mad., TDV İslâm Ansiklopedisi, cilt: 4, sayfa: 394).

    Israiloğulları için Tevrat’ta haber verildiği belirtilen iki fitne (bkz. Isra 17/4-6), tarihte Kur'an'ın nuzülünden önce vaki olmuştur. Birincisinde Israiloğulları'nin doğru yoldan ayrılmaları üzerine Allaht'an bir ceza olarak Babilliler Kudüs'e girmiş, Mescid'i yıkmış

    ve Israiloğulları'nı sürgün etmişlerdi. Daha sonra Israiloğulları Kudüs'e dönmüş ve Mescid'i yeniden inşa etmişlerdi. Ikinci fitne MS.70 yılında meydana gelmiştir. Bu kez Romalılar Kudüs'ü işgal etmiş, Mescid'i yıkmış ve Israiloğulları'nı tekrar sürgün etmişlerdi. Bu ikinci sürgün 20. Yüzyıla kadar sürmüştür. Yahudiler 1948'de Filistin'de Israil devletini kurmuş ve 1967'deki Yedigün savaşları sonucunda Kudüs'e tamamen hakim olmuşlardır. (İlhami Güler, Ömer Özsoy, Konularına Göre Kur'an - Sistematik Kur'an Fihristi, sayfa: 736)

  7. Bazıları ayetin orijinalinde geçen "el-melekeyn" kelimesini "el-melikeyn" şeklinde okurlar. Bu durumda Harut ve Maruta iki melik (kral) kastedilmiş olur. Bunlar vakar sahibi, saygın iki arkadaştı. Bu yüzden insanlar onları krallara ya da meleklere benzetiyorlardı. Onları psikolojik ve ruhani ihtiyaçları için birer önder gibi algılıyorlardı. Bazıları da "el-melekeyn" şeklinde okur. Bu ise "iki melek" anlamına gelir. (İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, cilt: 5, sayfa: 106-108).

  8. Ayette lafzan onlara „inzal edilen“ şeylerden söz ediliyor. Ancak bu “indirme"nin "vahiy’’ olmadığı açıktır, çünkü bu iki zat, Kur'an’ın peygamber olarak belirttiği kimseler arasında sayılmamıştır. "İndirme" ifadesi Kur’an’da çok çeşidli anlamlarda kullanılır. Meselâ "demirin indirilmesi" (Hadîd 57/25). "sekînetin indirilmesi” (Tevbe 9/26) ve “elbiseler indirilmesi” (Araf 7/26) gibi ifadeler bu türdendir. Neticede burada “indirme” kelimesini, nasiplendirme” şeklinde anlamak mümkündür. (Prof. Dr. Hasan Elik, Tevhit Mesajı & Özlü Kur'an Mesajı, sayfa: 72-73)

    Bilindiği gibi, meleklerin insanlara öğretileri ya vahiy veya ilham demektir. Harut ile Marut her şeyden önce bilgi getiren melekler değil, bilgi gönderilen meleklerdir. Şu halde öğretilerinin de peygamberlere gelen vahiy derecesinde olmayıp ilham cinsinden olduğu aşikardır. İlham ise herkese olabilir. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, cilt: 1, sayfa: 445-448)

    Ayet-i kerimede sözü geçen "Hârut ve Mârut'a indirilen şeyler" den kasıt büyü ile ilgili şeyler olup bizzat büyünün kendisi değildir. (Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, cilt: 1, sayfa: 215-217)

  1. Anlaşılan ortada bu iki melekle ilgili bir hikâye vardı. Yahudiler bu iki meleğin büyücülüğü bildiklerini, onu halka öğrettiklerini iddia ediyor ve bu sanatla ilgili bilginin onlara Allah tarafından indirildiğini yayıyorlardı. (Prof. Dr. Seyyid Kutub, Fi Zılal-il Kur'an'dan Bakara Suresi 102. Ayet Tefsiri)

  2. Meleklerin hayır için öğrettikleri ve ilham ettikleri gerçekler, küfür ehlinin ve şeytanların elinde şer ve fitne çıkarmak için sihir olarak da kullanılabilir. İlimler iyiye kullanılırsa zehirlerden ilaç yapılır, kötüye kullanıldığı takdirde de ilaçlardan zehir elde edilir. Hatta bundan dolayı, birçok din âlimleri, genel olarak ilim hakkındaki şu sonucu çıkarmışlardır: Özünde haram olan hiçbir ilim yoktur. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, cilt: 1, sayfa: 445-448)

    Fitne“, sözlükte, deneme ve imtihana tabi tutmak, sınamak, maddi ve manevi sıkıntı, üzüntü, belâ ve felaketle imtihan etme gibi anlamlara gelir. „Fitne“ kelimesi bunlardan başka, küfr, azgınlık, sapıklık, günah, ayrılık, iç ihtilaf ve kargaşa, kavga, delilik, azap, musibet, aklını çelmek, gönlünü çalmak, kandırma (iğva), kışkırtma, nifak, ihtilaf, baştan çıkarma, birbirine düşme, çekişme, zulüm, baskı, karışıklık ve kalbin bir şeye fazla meyletmesi gibi manaları da vardır. (Hüseyin Kerim Ece, "Fitne" mad., İslam'ın Temel Kavramları, sayfa: 199)

  3. Ebû Müslim'in Görüşüne göre: a) Sihir, şayet Meleklere indirilmiş olsaydı, onu indirmiş olan Cenâb-ı Allah olurdu. Bu ise caiz değildir; çünkü sihir, küfür ve abes ile iştigaldir. Bunu indirmek Cenâb-ı Hakk'a uygun düşmez. b) "Fakat şeytanlar, İnsanlara sihri öğreterek kâfîr olmuşlardı" ifâdesi, sihir öğretmenin küfür olduğunu gösterir. Meleklerin, sihir öğrettikleri sabit olursa, onların kâfir olmuş olmaları gerekir. Bu ise bâtıldır. c) Peygamberlerin, sihir öğretmek için gönderilmeleri caiz olmadığı gibi bu, melekler hakkında haydi haydi caiz değildir. d) Sihir, ancak kâfirlere, fâsıklara ve inatçı şeytanlara izafe edilir. Cenâb-ı Allah'ın nehyettiği ve ahiret azabıyla tehdidde bulunduğu bir şey Allah'a nasıl nisbet edilir? Sihir, bâtılı hak gösteren bir şey değil midir? Allah'ın sünneti ise onu iptal etmek şeklinde cereyan etmiştir. Örnegin Hz.Mûsa asa'nın kıssası. (Râzi bu görüşü eleştirir. Bkz. Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, cilt: 3, sayfa: 282-284)

    Meleklerin hayrı ilham ettiklerini isbata, Hak Teâlâ'nın, "Hani Rabbin meleklere, "Muhakkak Ben sizinle beraberim. Haydi, iman edenlere sebat verin" diye vahyetmişti" (Enfal,12) ayeti delildir. Bu, "O, mü'minlere sebatı ilham edip, onları düşmanlarına karşı cesaretlendiriniz" demektir. Bunun, hadisten delili ise, Hz. Peygamber {s.a.s)'in, "İnsanoğlunda şeytanın vesvesesi meleğin de ilhamı vardır" (Tirmizi. Tefsir, 3) hadisidir.

    Sûfilerden ve felsefecilerden, hadisteki hayra davet eden meleği "aklî kuvvet"; şerre davet eden şeytanı da "şehvet ve gadab kuvveti" diye açıklayanlar vardır. (Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, cilt: 4, sayfa: 203)

  4. Kişi ile eşinin arasını açan, sihrin bizzat kendisinden kaynaklanan bir güç değil. sihre muhatap olan kimse yada kimselerin cehalet, zayıf kişilik ve vehimlerinden kaynaklanan zaaflarıdır. Sihrin dünya ve ahireti yıkan bir şey olmasının temelinde. İnsandaki gerçeklik algısını bozması yatar. (Mustafa İslamoğlu, Hayat Kitabı Kur'an, Gerekçeli Meal-Tefsir, sayfa: 35-36)

  1. Onlar, hâlâ vahyin asıl mesajını bırakıp böyle işlerle uğraşarak ruhlarını satıyorlar. Boş işlerle uğraşıyor; Böyle sihir ve büyücülük peşinde koşacaklarına iman etseler, hak yolunda cân-ı gönülden yürüseler, iyilik, hayır ve güzellikten başka birşey görmeyeceklerdi. Keşke bunu bilselerdi, keşke bu akıl tutulmasından, vicdan paslanmasından, yürek kararmasından kurtulabilselerdi; keşke! (R. İhsan Eliaçık. Yaşayan Kur'an. Nüzul Sırasına Göre Türkçe Meal – Tefsir, sayfa 780-781)

 

Derleyen ve hazırlayan: Şükür Kandemir

Kommentar schreiben

Kommentare: 0